Bir Sıçrarsın Çekirge İki Sıçrarsın Çekirge Üçüncüde Ele Geçersin Çekirge

ATA SÖZÜ

1. Murat zamanında Bursa’da ihtiyar bir eskici
varmış. Karısı ile birlikte kendi hallerinde yaşayıp
giderlermiş.
Günlerden bir gün, eskicinin karısı hamama
gitmiş. Yıkanıp çıktıktan sonra bakmış, soyunduğu
yerde kendi bohçası yok! Orada, işlemeli,
cafcaflı kadife bohçalar, sedefli takunyalar var.
Hemen hamamcı kadına bulup sormuş;
“Burada müneccimbaşının hanımı soyundu,
şeninkini başka bir yere koyduk, orada giyiniver,”
cevabını alınca, çok üzülmüş.
O öfkeyle eskiciye koşup,
“Ya müneccimbaşı olursun ya da beni boşarsın,”
demiş.
Eskici, ne kadar teselli etmeye çalışsa da karısını
ikna edemeyince, evliliği bozulmasın diye
istediğini yapmaya söz vermiş.
Ertesi gün biraz kâğıt, içinde mürekkep hokkası
ve kamış kalemin bulunduğu bir divit takımı
almış. İşlek bir yol üstüne oturup, müneccimliğe
başlamış.
Varlıklı bir hanım gelmiş ilk olarak:
“İri elmas taşlı bir yüzüğüm vardı, kaybettim.
Hiçbir müneccim bilemedi yerini, bir de sen
bak!” demiş.

Yaşlı eskici, divitiyle kâğıt üzerine bir şeyler çizer gibi görünürken,
İmi yandan da ne söyleyeyim diye düşünüyormuş… Sonunda,
“I lanım, sizin yüzük bir hayvanın kursağında görünüyor,” demiş.
I lanımın aklına, hamur yoğurduktan sonra ellerini yıkarken yüzüftünü
bahçedeki çeşmenin kenarına çıkarıp bıraktığı gelmiş. Yüzük,
luhçede beslenen hindilerden birinin kursağında bulunmuş sonunda.
Bu olay duyulunca, birdenbire müşterisi çoğalmış, yaşlı eskicinin.
I Jnü Sultan 1. Murat’ın kulağına kadar gitmiş.
Tam o günlerde, padişahın bir yüzüğü kaybolmamış mı?
Hemen çağırtmış yaşlı eskiciyi, bütün saray çalışanlarının orada
olduğu bir sırada,
“Kocaman pırlanta taşlı bir yüzüğüm kayboldu. Madem bu kadar
iyi yapıyorsun bu işi; benim yüzüğümü de bul, hünerini görelim,”
demiş.
Yaşlı eskici korkuyla titremiş ama yapacağı bir şey yok. Zaman
kazanmak için,
“Buyruğunuz başım üstüne hünkârım,” demiş, “ama bu yüzük,
siz padişahımızın yüzüğüdür. Halktan birininki gibi kolay bulunmaz.
Her işi bırakıp, kırk gün kırk gece okuyup üflemem, çalan adamı davul
gibi şişirmem gerekir. Sizden kırk gün izin vermenizi dilerim.”
“İstediğin gibi olsun,” demiş Sultan Murat. Yemeklerini getirip götüren
tepsicibaşına dönmüş sonra,
“Sarayda pişen yemeklerden müneccimin evine kırk gün yemek
taşıyacaksın,” diye buyurmuş.
O günden sonra tepsicibaşı, yaşlı müneccimin evine her gün yemek
taşımaya başlamış. Çorbalar ayrı, etliler, tatlılar ayrı…
Yiyip içmek güzelmiş, ama yaşlı müneccimin içi gidiyormuş…
Tepsicibaşının her gelişinde, karısına,
“Kaldı 20 günümüz hatun!.. Kaldı 19 günümüz hatun!” diye ah,
vah edermiş.

Sürenin bitimine üç gün kala yemekleri getiren tepsicibaşı, onu bir
kenara çekmiş,
“Aman müneccim efendi, şu okumayı kesin artık; dediğiniz gibi
karnım davul gibi şişmeye başladı,” diye yalvarmaya başlamış: Ardından
da kuşağının arasından bir yüzük çıkarıp uzatmış:
“İşte hünkârımızın yüzüğü! Şeytana uyup, yüzüğü ben çalmıştım!”
Yaşlı müneccim, başını kurtarmanın sevinciyle kapar gibi almış
yüzüğü.
Tepsicibaşına,
“Merak etme, senin adını vermeyeceğim,” dedikten sonra Sultan
Murat’a koşmuş. Yüzüğünün bulunmasına sevinen padişah, yaşlı eskiciyi
müneccimbaşı yaptığını belirttikten sonra,
“Bizden bir isteğin var mı?” diye sormuş.
Yaşlı müneccimbaşının aklına karısının hamamda yaşadıkları gelmiş.
“Hamamın bağışlanmasını dilerim,” demiş.
“Hamam şenindir,” demiş Sultan Murat.
Hemen karısına koşup, müjdeyi vermiş yaşlı müneccimbaşı. Vermiş
ama, müneccimbaşı olmanın tehlikeleri aklına geldikçe uyuyamamış
sabaha kadar.
Ertesi sabah kalkar kalkmaz padişaha koşmuş, görevi geri vermek
için. Sarayın bahçesinde dolaşan Sultan Murat, onu görünce, kapalı
elini uzatıp,
“Bil bakalım müneccimbaşı, avucumun içinde ne var?” diye sormuş.
Sonunun geldiğine inanan müneccimbaşı, kendi kendine,
“Bir sıçrarsın çekirge’, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüsünde yakalanırsın
çekirge,”diye mırıldanmaya başlamış.
Bunu duyan Sultan Murat, gülümseyerek avucunu açmış, çekirgeyi
göstererek,
“Bildin müneccimbaşı, seni kutlarım,” demiş.

ATA SÖZÜ
Zurnada Peşrev Olmaz Ne Çıkarsa Bahtına

Kendini beğenmiş bir İstanbullu, Edirne’ de bir düğüne davet edilir. Düğün yemeğinden sonra hep birlikte bahçeye çıkılır. Oyun havaları eşliğinde bir süre eğlenildikten sonra, sıra istek parçalarına gelir. Onun konuk olduğunu bilen zurnacı yaklaşıp, “Çalmamızı arzu ettiğiniz herhangi bir parça var mı?” diye sorar. Zurnacıya küçümseyerek bakan İstanbullu, “Kala kala …

ATA SÖZÜ
Zorla Güzellik Olmaz

Poyraz ile Güneş, bir gün sıkı bir iddiaya girmişler. Poyraz, “Ben insanlara istediğimi yaptırırım,” demiş. “Hayır,” demiş Güneş, “asıl ben istediğimi yaptırırım.” O sırada, tarlasında çalışan bir adam görmüşler. Poyraz, “Var mısın” demiş Güneş’e, “adama üstündeki giysileri sen mi çıkartacaksın, ben mi? “Varım,” demiş Güneş, “Hadi, sen başla önce… Adama …

ATA SÖZÜ
Yerin Kulağı Var

Eskiden, çok eskiden Ege Bölgesi’nde Frigyalılar hüküm sürerken bugünkü Dinar kasabasında bir çocuk dünyaya gelir. Marsiyas adı verilen çocuk, küçük yaşta müziğe merak sarar. Frig havaları besteler, yurdunun doğa tanrısı Pan’a ilahiler yazar. Kamışa yedi delik açarak, bugün çaldığımız flüt, ney ve kavalın ilk örneğini icat eder. İcat etmekle kalmaz; …