Anadolu Notları Reşat Nuri Güntekin Kitap Özeti

100 temel eser özetleri

REŞAT NURİ GÜNTEKİN
Reşat Nuri Güntekin 25 Kasım 1889’da İstanbul’da doğmuş,
7 Aralık 1956’da Londra’da ölmüştür. İlk tahsilini Çanakkale’de
yaptı. İzmir-Frerler okulundan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’ni bitirdi. Bursa’dan başlayarak öğretmenlik, Müfettişlik
ve Çanakkale milletvekilliği (1938-1943) yaptı. Paris Kültür
Ataşeliği görevinden 1954’de emekli oldu, Kanser tedavisi için
gittiği Londra’da hayata gözlerini kapadı. Yazı hayatına 1917’de
başladı, ilk eseri bir uzun hikâye olan Eski Ahbap, aynı yıl yayınlandı.
1918 yılından itibaren, bir yandan tiyatro ile ilgili tenkitler,diğer yandan hikâyeler yazmaya başladı. Çalıkuşu adlı romanının
1922’de Vakit dergisinde tefrika edilmesiyle geniş bir şöhret kazandı.
Milli Mücadele yıllarında gelişen “Memleket Edebiyatı” cereyanının
en önemli temsilcilerinden birisidir. Sıcak ve sade bir
üslûpla, büyük çoğunluğu Anadolu insanının çeşitli meselelerini,
Anadolu tabiat ve dekorunu, köylü sınıfının aydınla ilişkilerini,
kısaca yerli ve milli hayatımızı anlatan eserler verdi. Telif ve
tercüme olarak eserlerinin sayısı yüze yakındır. Bunların içinde
edebî tercümeler, edebiyat tarihleri, tiyatro tenkitleri ve adapteleri
vardır.ESER HAKKINDA
Daha ziyade roman, hikâye ve piyesleri ile tanınan Reşat
Nuri Güntekin’in denemeciliği de aynı derecede başarılıdır.
Yazar denemelerini topladığı Anadolu Notları’nda bir aydının
Anadolu gezilerindeki izlenimlerini anlatmıştır. Anadolu Notları’ndaki
şahıslar, Reşat Nuri Güntekin’in roman kahramanlarını,
yaşadığı hadiselerden seçtiğini göstermektedir. Temiz bir üslup,
.ılaycı, ironik bir dille yazılmış bir eserdir.
ÖZETGurbet
Bir tarafında üst üste binmiş viran ve simsiyah evler, bir tarafında
İstanbul’un bazı eski yangın arsalarından pek farklı
olmayan taş ve diken dolu bahçeler arasında tozlu bir caddede
arkadaşımla yan yana yürüyorduk. Fazla şairane olmasa, can sıkıntısı
renginde diyebileceğim bulanık ve dumanlı bir akşamdı.
İhtiyar şair, biraz evvel yanımızdan geçen bir bisikletli çocuğa
bakıp durarak:Diye Fikret’in iki me’yus mısrasını okumuştu. Bu mısralar o
vakit bana, bu şiirsiz küçük kasabada şiir mısraları arasında görülmüş,
başka bir talih hayali içinde ziyan olmuş bir hayatın
elem ve ifadesi gibi görünmüştü. Hâlbuki aynı insan, Simav’da,
başka hiçbir şey istemeden doğup ölmenin, en büyük bir saadet
olduğunu, bana doğruluğundan şüphe edilemiyecek bir samimiyetle
temin ediyordu. Bu ihtiyar şair, yeni bir şey öğretmiş oldu.
Anadolu, her yabancıya az çok bir garipseme duygusu verir.
İnsanı ıssız bir dağ başında yakalayan bir geceyle, en mamur;
fakat yabancı bir eğlence şehrinde yakalayan gece arasında
bilmem pek büyük bir fark var mıdır? Çünkü netice itibariyle
ikisinde de derece farkıyla aynı gurbet kurdunun için için
kalbimizi kemirdiğini duyarız. Bu kurt bazı ağaç kurtları gibi,
vücudumuzun yapısında doğmuş ve büyümüş bir tufeylidir.
Herhangi bir kasabasında yaşayan İstanbullu memurun onun
karanlık renklerle tasvir etmesi ve hayatsızlıktan şikâyet etmesi
herhalde bundan ileri geliyor. Ağrılarının, içinde yattığı yataktan
geldiğini vehmeden hasta gibi, bizde sırf kendi yüreğimizde getirdiğimiz
ağrının mesuliyetini galiba haksız olarak Anadolu’ya
yükletiyoruz. Erkenden kapılarını kapamış, mütevazı başına perdelerinin
arkasında lambalarını yakmış evlere, sokaktan baktığımız
zaman onları bir can sıkıntısı ve asteni yuvası gibi görüyoruz.
Çaresini sokaklara dizilecek fenerlerde, dökülecek insanlarda
aramaya yelteniyoruz. Hasretini çektiğimiz uzaktaki evimizin
de bu saatte bir yabancıya aynı manzarayı göstereceğini aklımızdan
geçiremiyoruz. Bütün manası ile düşündüğümüz hayât, acaba
kaç binde kaçımız için mukadderdir. Hepimizin saadeti aşağı
yukarı alıştığımız dekorun motiflerinden yapılmış değil midir?
Böyle olduğu hâlde alışkanlık dediğimiz kudretin, bu çarpık
çurpuk viran evlerde de aynı mucizeyi yapmış bu dekoru –
ihtiyar şairimin Simav’a verdiği renklerle- boyamış olmasını, bir
türlü aklımıza aldıramıyoruz.Aynalar
İzmir’in meşhur askeri otelinin yerinde şimdi mükellef hıı
I>.ıkıs var. Onun altında, eski askeri kıraathanesinin yerindeki
^.ı/inoda kendi kendime gazete okuyorum.
Gözüm, ara sıra, pencerenin önünde nargile içerek sokağı
• eyreden şişman bir zata ilişiyor ve nedense bir türlü ayrılmıyor.
Ilıı zatın çıplak başının etrafında heykellerde gördüğümüz defne
I ııronlar hâlinde bir kır saç halesi. Kır kaşları var, gözler biraz
I u lamış bir guvatır uftalmit. Çene altında bir yumru başlangıcı…
Netice itibariyle fazla bir hususiyeti olmayan bir yüz… Fakat
bilmem niçin ara sıra gözüm iliştikçe bakıyor ve dalıyorum.
Bir aralık sokaktan geçen biri ile konusunca derhâl buluyorum:
ı ), benim, çocuklukta Değirmen Dağı’nda tanıdığım bir çocuğun
viizüdür. O vakit vücudu incecikti. Şimdi başının etrafında bir
defneden kuron kadar kalan saçları, kumral, sık ve kıvırcıktı.
K.ımazan geceleri, Tilkilik’te Karagöz’de tanıdığım bir akrabamı,
kemeraltı’nda gördüm. O zaman vara yoğa gülen tombalak bir
çocuktu. Şimdi üstünden geçen otuz senede, hayat onu kâh bir
oklava hamuru gibi yassıltmış, kâh hadde olup geçirmiş, hafifçe
kamburlaşmış yüzü ile hiçbir berber usturasının giremeyeceği
I .ular çökük yanaklı, mahzun bir adam yapmıştır. Mendil almak
isterken, küçük bir dükkânda Frer mektebindeki bir Musevi arkadaşımla
karşılaştım. O da öyle… Sonbahar yapraklan gibi saı.
ıı mış, kızarmış, renkten renge girmiş… işinin iyi gitmediği belli.
Muvaffakiyetsizliğin verdiği hilelerle, birkaç mendil üzerinde
heııi aldatmaya çalışıyordu. Bu çocuk o zaman en çalışkanımızdı,
edebiyat meraklısı idi. Esther, Atali okur, sahnede oynar, ideıııallerden
konuşurdu. Şimdi beni aldatmaya çalışıyordu.
Bir an kendimi hatırlamayı düşündüm. Fakat hatıralar gariptir:
İ n umulmazları yaşar, en kuvvetli görünenleri olduğu gibi silinip
gider. Çok kere müşterek hatıraları konuşmak için oturanlar,
birinin hatırladığı ve hâlâ heyecanını duyduğu şeyi, ötekinin tamamıyla
kaybettiğini, yalnız hatır için evet demesine rağmen
hiçbir şey hatırlayamadığını görerek hayal kırıklığına uğrarlar.
Ben de doğrusu bundan korktum. İsmimi anlamayarak
tekrar ettirmesinden, neredeydi diye sorup hatırlamamasından
ürktüm. Sonra, beni mendiller üzerinde aldattığı için utanmasını
da hesaba kattım.
Hulasa ayrıldık…

100 temel eser özetleri
Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler Kitap Özeti

NASREDDİN HOCA Türk milletinin bilge şahsiyetlerinden olan Nasreddin halk dilinde, duygu, tefekkür, mizah ve hoşgörümüzü gösi. fıkra türünün öncüsüdür. Başta Türk dünyası olmak üzere dünyanın birçok tanınan Nasreddin Hoca, sosyal hayatta karşılaşılan içimim kılmaz güç işleri, aklı bilgisi ve hazırcevaplığıyla mizahi biçtin çözen, güldüren; ama güldürürken düşündüren, keskin  kâsının sembolü, …

100 temel eser özetleri
Mor Salkımlı Ev Kitap Özeti

HALİDE EDİP ADIVAR failde Edip Adıvar, 1884’te İstanbul’da doğmuş, 9 Ocak l’M’te İstanbul’da ölmüştür. Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni (1901), Kur’an, Arapça, Farsça, musiki dersleri aldı. Özel Rıza Tevfik’ten felsefe ve sosyoloji, Salih Zeki’den matematiki. Öğretmenlik, müfettişlik, Darülfünun’da batı edebiyatı  yaptı. Milli Mücadele’ye katıldı; onbaşı ve çavuş rütbeleri 1923-1938 yılları arasında kocası …

100 temel eser özetleri
Memleketimden İnsan Manzaraları Kitap Özeti

NAZIM HİKMET Nazım Hikmet Ran 1902-1963 yılları arasında yaşamıştır. iye Mektebinden deniz subayı olarak mezun olmuştur. Hası askerlikten uzaklaşmıştır. Moskova’da bir üniversitede üzerine öğrenim görmüştür. İstanbul’da bir süre dergi çalıştıktan sonra 1938’de tutuklanmıştır. 1950 kadar hapis yattıktan sonra Moskova’ya gitmiştir. Moskova’da ESER HAKKINDA Memleketimden İnsan Manzaraları, bir destan veya uzunca.1939’da yayınlanmaya başlamışhr. Çok uzun …